ANA SAYFA  / ALIŞVERİŞ İLANLARI  / DİĞER ÜRÜNLER İLANLARI  / THE LİFE CO HİMALAYA KRİSTAL TUZ ilanı

THE LİFE CO HİMALAYA KRİSTAL TUZ


DİĞER ÜRÜNLER
İl : İSTANBUL
İlçe : KADIKÖY

İlan tarihi : 24-05-2010

Fiyat : 15TL

Aktif ilan En güvenli alışveriş,
karşılıklı görüşüp & anlaşarak yapılandır.
Pasif ilan Bu ilanın yayın süresi dolmuş.

İlanı verilen ürün/hizmet artık satılık/kiralık olmayabilir.

İlan sahibi ile iletişim kurmayın.

İlan veren :
Telefon numarası :
E-posta adresi :
- Tipi : Doğal Tuz
THE LİFE CO HİMALAYA KRİSTAL TUZ - http://www.ilanyeri.com/diger-alisveris-ilanlari/dyrykd-the-life-co-himalaya-kristal-tuz.html - Kimden : Mağazadan
- Ürün Adedi : 100
- Kargo Süresi : 3 Gün
- Durumu : Sıfır


DÜNYADA HİÇBİR ŞEY İNSAN SAĞLIĞINI TUZ KADAR DERİNDEN ETKİLEMEMİŞTİR



1. Neden insanın tuza ihtiyacı vardır?

Doğa da yaşam birkaç temel maddenin üzerine kurulmuştur. Bunlardan birincisi OKSİJEN dir. Oksijen olmadan 3 dakika bile yaşamamız olanaksızdır. Oksijeni herhangi bir gazla değiştiremeyiz. Bunu herkes bilir. Bilmesek de kendiliğinden nefes alıp veririz. Sadece insan yaşamını değil aynı zamanda bütün canlıların yaşamını derinden etkileyen diğer iki madde ise SU ve TUZ dur. İnsan vücudundaki bütün canlı olayları, su içerisinde ve suyla olmaktadır. Bunun yanında suyun insan vücudundaki en önemli görevi enerji üretmektir. Su hücre zarından içeri akın ederken bildiğimiz elektrik enerjisi üretir. Özellikle beynin ve sinir sisteminin temel enerji kaynağı budur. Suyun hücreden içeri girebilmesine ise tuz yardım eder. Vücutta bütün hücreler vücut suyu diye adlandırılan sıvının içerisinde yüzerler. Hücre suyu ile hücrenin içinde yüzdüğü vücut suyu arasında tuz yoğunluğu farkı vardır. Bu fark vücutta OZMOS gücünü yaratır. Canlı hücrelerin içinde bulunduğu vücut suyu ile yaptığı madde alışverişi bu ozmos gücüne bağlıdır. Yani hücreye yaşamı veren ozmos gücüdür. Çünkü canlı hücrelerde olan bütün metabolik olayların temelini ozmos oluşturur. Ana rahminde embriyo tuzlu su içerisinde gelişir ve özellikle hamileliğin son birkaç ayında her iki günde yenilenir. 2. Tuz Nedir?
Tuz denizden gelir. Ya kaya tuzu gibi eski denizlerin kuruması sonucu oluşmuştur, ya da deniz suları buharlaştırılarak elde edilir. O zaman denizlerden elde edilen bu tuz denize nereden gelir. Dünyada var olan ve su ile çözülebilen bütün elementlerin milyarlarca yıl boyunca yağmurlar aracılığıyla denizlere taşınması ile oluşmuş mineraller yığınıdır. Ve bu mineraller doğadaki temsil edildikleri miktarlarına eş değerlerde de tuzda temsil edilirler. Doğal bir tuzda en az seksen dört element bulunur. Dünyada var olan hemen bütün elementler tuz da da vardır. Eğer biz bir damla deniz suyu dünyaya eşdeğerdedir dediğimiz zaman büyük bir yanlış yapmış olmayız. 3. Kaç çeşit tuz vardır?
Tuzu, doğal tuz ve rafine edilmiş sofra tuzu olarak önce ikiye ayırmak gerekir. Gerçi doğal tuzlar da insan sağlığı açısından, mineral bileşimi ve oluşum süreci açısından iki kategoride incelemek mümkün. Ancak önce temel belirleyici olan tuzun doğal mı yoksa rafinemi edilmiş olduğunu ayırt etmemiz gerekir. Çünkü bize sofra tuzu diye belletilen bir tuz değil saf sodyumklörürdür. Ve saf sodyumklörür de vücut için oldukça agrasiv bir maddedir. İşte bu nedenle herkes tuzdan uzak durun der. Bize aman tuzdan kaçının derken, gerçek tuzun ne olduğunu bildiklerinden değil, sadece rafine edilmiş tuzun zararlı etkilerini bildiklerinden söylerler. Bu temel ayırt edici özelliklere göre tuzu şöyle sıralandırabiliriz;

A. Doğal tuz

a) Deniz tuzu

b) Kaya tuzu

c) Kristal tuz

a) Deniz tuzu: Deniz tuzu özellikle deniz kenarlarında yapılan göletlerde, deniz suyunun kurutulması sonucu elde edilir. Ancak bugün denizlerin sanayi artıklarıyla kirlenmesinden dolayı, denizden elde edilen tuzlar da rafine edilmektedir. Bu sebepten, rafine edildikten sora, tuzun kaynağı nereden olursa olsun, hiçbir anlamı ve özelliği kalmamaktadır. Rafine edilmiş tuzun kaynağı ne olursa olsun, canlı için bir zehirdir.

b) Kaya tuzu: Kaya tuzu eski denizlerin kuruması sonucu oluşmuştur. Mineral bileşimi açısından, oluştuğu denizin mineral bileşimini taşır. Kaya tuzu milyonlarca yıl yaşında olduğu için hiçbir çevre kirlenmesinin etkisi yoktur.

c) Kristal tuz: Dünyanın çeşitli bölgelerinde milyonlarca yıl yüksek basınç altında kalan kaya tuzları kristalleşirler. Kristal tuzlarını kaya tuzlarından ayıran en büyük özellik, basınç altında molekül yapısı yoğunlaşarak küçülmüş olmasındadır. Bu ince molekül yapısı kristal tuz iyonlarının hücre zarından hücreye girmelerini kolaylaştırır. Dünyanın en iyi kristal tuzlarından birisi de Himalaya tuzu olarak bilinen Himalaya kristal tuzudur.

B. Rafine edilmiş sofra tuzu (saf Sodyumklörür)

Rafine edilmiş sofra tuzu (NaCI) nedir? Özellikle ekonomik sebeplerden dolayı, kaya tuzları yüksek basınç ve yüksek ısı altında rafine edilir. Rafine edilirken tuzun içerisinde bulunan Sodyum ve Klorür ün dışında, diğer bütün elementler ve iz elementleri çeşitli kimyasal ve fiziksel süreçten geçirilerek ayrıştırılırlar. Ancak bu insan vücudunun ihtiyacı olan tuz değildir. Çünkü sodyumklorür (Sofra Tuzu) insan vücudunda da kendi başına agrasiv reaksiyonlara girer. Bu da vücudun kimyasal işleyişini bozar. Bu nedenle vücut sofra tuzunu agrasiv bir madde olarak algılar ve hemen vücuttan dışarı atmaya çalışır. Vücut bu agrasiv maddeyi yalnızca su ile dışarı atabilmektedir. Toplumun büyük bir çoğunluğu su içmeye küstüğünden, vücut bu sofra tuzunu dışarı atamamaktadır. Özellikle aşırı sofra tuzu tüketimi, yüksek tansiyona, romatizmal kemik ağrılarına, mide ve bağırsak kanseri gibi birçok sağlık sorununa sebep olmaktadır. 4. Tuz neden rafine edilir?
Sodyumklorür (sofra tuzu) reaksiyon hevesi çok yüksek olan bir maddedir. Bu yüksek reaksiyon gücünden dolayı, özellikle kimya endüstrisi aklımıza gelebilecek hemen her türlü sanayi maddesinin üretiminde sodyumklorürü kullanmaya başlamıştır. Yirminci yüzyılın başında, endüstrinin gelişmesiyle birlikte, endüstrinin tuza olan ihtiyacı gittikçe artar. Artan ihtiyacı karşılamak için tuz elde etmede kolay ve ucuz yöntemler geliştirilir. Bu da tuz ocaklarına bir su motoruyla su pompalanır. Birkaç saat sonra ocaktaki tuz su ile çözüldüğünden, doymuş bir çözelti olarak tekrar geri pompalanır. Burada ocaklardan pompalanan tuzlu su, çeşitli fiziksel ve kimyasal yöntemlerle rafine edilerek, sodyum ve klorürün dışında bütün diğer elementler tuzdan çekip alınır. Çünkü (yüksek kimyasal reaksiyon gücünden dolayı) endüstrinin sadece sodyum klorüre ihtiyacı vardır. Dünya tuz üretiminin % 97 sini endüstri kendisi kullanır. Camdan plastiğe, boyadan ilaca, deterjandan soda üretimine kadar her türlü sanayi üretiminde tuz (sodyumklorür) kullanılmaktadır. Geriye kalan % 3 de sofralarımıza tuz olarak gelir. Bizim de hiçbir direniş göstermeden bu beyaz zehiri kabullenmemiz, tuz üreticilerinin de işine gelmiştir. İşte o gün bu gündür insanoğlunun büyük bir bölümü, tuz yerine sodyumklorür yemektedir. Bu yüzden toplumların sağlığı bozulmuştur. 5. Himalaya kristal tuzu nedir?
Kaya tuzlarının oluşumu yaklaşık 250 milyon yıl önceye denk gelir. Milyonlarca yıl öncesi kuruyan bu denizlerinden arta kalan tuz yataklarından bazıları uzun yıllar yüksek basınç altında kalarak kristalleşirler. Dünyada kristal tuz yataklarından en önemlisi Pakistan da bulunan ve Himalaya kristal tuzu olarak adlandırılan tuzdur. Bu tuzların en büyük özelliği oldukça küçük molekül yapısına sahip olmalarıdır. Kristal tuzların küçük molekül yapısı, hücre zarından kolayca girip çıkmasını sağlar 6. Neden Himalaya kristal tuzu?
Himalaya kristal tuzu insan sağlığı için neden önemlidir? Dünyada yaşamı su ve tuza borçluyuz. Su ve tuzun kalitesi de insan sağlığını çok derinden etkiler. Eğer biz, sağlıklı yaşamak istiyorsak, su ve tuzu gerektiği miktarlarda ve kalitede almak zorundayız. Bugün ne içtiğimiz suyun ne de yediğimiz tuzun kalitesi hakkında bir bilgimiz yoktur. Oysa su ve tuz insanoğlunun en önemli, vazgeçilmez ve hiçbir maddeyle değiştirilemez bir besin kaynağıdır. İnsan su ve tuzu gerekli miktarlarda ve kalitede almadığı zaman, yaşlanmayı hızlandırarak metabolizma bozukluklarına sebep olur. Bugün dünyayı saran ve çağın hastalıkları olarak adlandırılan, yüksek tansiyon, astım, kanser ve diğer nice hastalıkların asıl sebebi, yaşamın vazgeçilmez bu iki maddesinin gerekli miktarlarda ve kalitede alınmayışıdır. Yapılan en son bilimsel araştırmalara göre, insan sağlığı için en kaliteli tuzun Himalaya kristal tuzu olduğunu göstermiştir. Himalaya kristal tuzuyla yapılan üç aylık bir tuzlu su kürü sonucunda, insanların bütün metabolik olaylarının doğal seviyesine ulaştığı ve hastalıklardan kurtulduğunu göstermiştir.

Kristal tuzu hangi sağlık sorunlarına karşı, nasıl kullanabilirsiniz? Hastalık vücudun neresinde ve hangi biçimde ortaya çıkarsa çıksın, bu vücutta eksik olan birşeylerin olduğunun bir işaretidir. Artık biz şunu biliyoruz ki, bütün yaşam olayları enerjiyle olmaktadır. Bu, düşünmeden tutunda yürümeye varana kadar her yaşam olayı enerji ile mümkün olmaktadır. Vücudun kendi kendine onarımı da gene önce enerjiye ve sonra gerekli olan mineral ve proteinlere bağlıdır. Vücudumuzda herhangi bir rahatsızlık oluşursa, bu her şeyden önce bir enerji kıtlığının göstergesidir. Daha öncede söylendiği gibi yaşayan her hücre biyophotonen dedikleri enerjiyi yayar. Ve yaşayan hücre öldüğü zaman bu enerjide söner. O zaman birçok hastalıktan –örneğin yüksek tansiyon, astım, migren vs. söz etmek yerine, sadece vücuttaki enerji yokluğundan bahsetmek bence en doğru yaklaşımdır. Ancak böyle bir perspektifle yaşamı, sağlığımızı kavrayabilir ve sorunlarımıza çözüm bulabiliriz. Yoksa ya hastane kapılarında, ya da cebimizde tonlarla ilaçlarla ömrümüzü geçirmek zorunda kalırız. Yaşam enerjidir, hastalıksa enerji yokluğu. Enerji yokluğu ise önce su kıtlığıyla özdeştir. Şimdi kendi kendinize kaç yıldan beri su içmediğinizi ve sağlık sorunlarınızla nasıl bir paralellik oluştuğunu sorabilirsiniz. Hastalığınız ile bilinçli olarak içmediğiniz su arasında, yani senelerdir birikerek gelen su kıtlığıyla, - aynı zamanda enerji kıtlığıyla demektir - nasıl bir paralellik vardır! Bunu kendiniz herkesten daha iyi tespit edebilirsiniz. Özgür alınan su, vücutta sadece enerji üretmez, aynı zamanda hücrede senelerdir biriken hücre için zehirli atıkları da dışarı atar. Eğer bunları atamazsa, hücre içerisinde aşırı asitleşmelere sebep olur ki ağrıların sızıların asıl kaynağı budur.

Ve artık şunu da biliyoruz ki, su bütün bu işleri doğal tuzun yardımıyla yapabilmektedir. Su ve tuz birlikte vücudun su miktarını ayarlarlar. Su ve tuz birlikte hücrenin ve dolayısıyla vücudun pH ını nötral (7, 4)tutarlar ve gene bu yüzdendir ki hücre içi ve hücre dışı sıvılarının yoğunluk farkı sürekli kılınarak vücutta ozmoz gücünün sürekliliği oluşturulur. Ve biz şunu da biliyoruz ki, hücrede bütün canlı olaylarının oluşumuna sebep olan ozmoz dur. Yani kısaca su ve tuz yaşam için ve sağlıklı yaşam için en önemli iki maddedir. İnsanın bu iki temel besin maddesine yeterli miktarlarda ve gerekli kalitede almadan sağlıklı yaşayabilmesi sadece mucize olur. Artık şunu da biliyoruz ki, her su ve tuz aynı değildir. Hele ki rafine edilmiş tuz ile endüstriyel üretilmiş bütün içeceklerin vücuda faydasından çok zararı vardır. Nasıl zararı vardır; çünkü vücut bunlardan kurtulmak için ayrıca kendi yaşamsal suyunu kullanmak zorunda kalmaktadır. Bizim susuzluğumuzu gidersin diye içtiğimiz ve aynı zamanda su içtik diye vicdanımızı rahatlatan o renkli ve tatlı sular vücuda düşmandır. Kimi insan, vücut hiçbir sinyal vermeden, hiçbir ağrı sızı olmadan da kanser olabilir. ”Benim hiçbir şeyim yoktu ne oldu birden bana, neden ben kanser oldum” diye insan şaşırabilir. Buna şaşmamak gerekir. Çünkü senelerce süren bu su kıtlığını beyin çeşitli yöntemlerle üstesinden gelmeye çalışır. Ancak bu kuruma onyılları bulursa beyninde yapabileceği bir şey kalmaz. Her organın uyarı mekanizmaları farklıdır. Kimi organda ağrı mekanizması oldukça gelişmiş iken, kimi organın böyle bir uyarı sistemi yoktur. Bu nedenle vücudun uyarısını sadece ağrı olarak düşünmemek gerekir. “Kimileri belki şöyle düşünebilir. Nasıl ki canlı evrimi sürecinde birçok sorunun üstesinden geldi, susuz yaşamanın yollarını da bulur”. Belki bu umut doğru olabilir. Bir gün belki canlı susuz yaşamanın çözümünü de bulabilir, ama ne zaman? Ancak canlının oluşumu suya ve tuza bağlı olduğundan su ve tuzda bu dünyada var olmaya devam ettikçe, canlının böyle bir çözüme gitmesini gerektirecek bir sebebi yoktur. Su yok değil ki biz subaşında kurumayı beceren bir çağa gelmişiz. Özellikle toplumsal gelişmeler bizi musluğun başında suyu değil suyun dışında her türlü asitli içecekleri tercih etmeye zorlamaktadır. Musluğun başında durup da kendimizi kurumaya bırakırsak ve her şeyi vücudun yapmasını beklersek ömrümüz kısa olur. Tabi ki endüstri içecekleri zevklerimize hitap etmektedir. Genel olarak şöyle söyleyebiliriz ki, insan zevklerine hitap eden bütün içecekler, kola, çay, alkol renkli ve tatlı bütün endüstri içecekleri vücudun sağlığını bozmaktadır. İşte sağlığımız hangi biçimde bozulursa bozulsun, yaşam biçiminizi değiştirir de, önce su ve tuzunuzu en doğal ve en kaliteli bir şekilde alırsanız, mucizevi bir şekilde sağlığınızın çok kısa bir süre içerisinde adım adım geriye döndüğünü gözlemlersiniz. Aslında bu iyileşmeye mucize demek doğru değildir. Mucize yoktan var edildiği zaman, ya da hiç mümkün olmayanı becerdiği zaman mucize sayılır. Oysa vücuda suyu ve tuzu gerekli miktarlarda ve gerekli kalitede verildiği zaman vücudun hasta olması aslında bir olumsuz mucize olarak saymak gerekir. Yaşam su ve tuzla oluştuğuna göre, bozulan sağlığı su ve tuz ile geri kazanmak bir mucize sayılmaz. Hayvanların sulakları göller, nehirler kuruduğu zaman yurtlarını terk edip kendilerine yeni sulaklar aramaya çıktığını hemen herkes bilir. Asıl garip olanı, hayvanların bile içgüdüsel olarak bildiği ve biz insanında bildiğini kim bize nasıl unutturdu. Ya da insan için bu kadar yaşamsal önemi olan bu iki maddeyi kim elimizden aldı? İşte yeryüzünde yaşamın oluşmasına sebep olan su ve tuzu doğal olarak hemen her sağlık sorununu tedavi etmek için kullanabiliriz. Hemen hiçbir hastalık yoktur ki su ve tuz iyileştirme etkisini göstermez. Sadece suyu ve tuzu doğru zamanlarda doğru oranlarda ve gerekli kalitede kullanmak gerekir. Etkili ve kesin sonuca ulaşmak istiyorsanız su kürünü de eksik etmemeniz gerekir. Su kürünü, sağlıklı ya da hasta herkesin her gün yapması gerekir. Sadece dikkat edilmesi gereken su ve tuzun miktarı değil, aynı zamanda kalitesi ve sürekliliğidir. Bu görüş ışığı altında Himalaya kristal tuzu ile birçok sağlık sorununa karşı uygun olan tuz ya da tuzlu su kullanım biçimleri geliştirilmiştir. Buradaki gösterilen yöntemler kesin kurallar koymaktan ziyade yol gösterici niteliktedir. Buradaki kullanma biçimlerini kavradığınız sürece, kendi yöntem ve biçimlerinizi de kendiniz geliştirebilirsiniz. Bunların çoğu cilt sağlığına yönelik kullanım biçimleridir. Cilt insan sağlığının, insan ruhunun bir aynasıdır. İnsan derisi vücuttaki madde alışverişi sırasında (solunum sonucu) ortaya çıkan yan ürünlerinin (toksinlerin)dışarı atılmasında yardımcı olan en önemli organdır. Cilt sağlığımız vücut sağlığımızla doğru orantılıdır. Hastalıklardan birçoğu cilt bozuklukları ve alerjilerle birlikte ortaya çıkarlar. Kozmetik sanayi insan sağlığının bu yönünü unutmuştur. Bugün kullanılan kozmetik amaçlı kremlerin çoğu cildimizin pH sını bozar ve vücudun asitleşmesine sebep olur. Bu nedenle özellikle kadınlarımız büyük tehlike altındadır. Kadınlarımıza şimdiden bir sır verelim. Şu ana kadar hiç kimse Himalaya tuzu kadar cilt bakımını ve güzelliğini sağlayan ve koruyan bir şey üretememiştir. Yüzünüzü %1 ile %3 arasında bir tuzlu su çözeltisiyle yıkayın. Gece yatarken yüzünüze yüksek yoğunlukta bu %26 lık bir çözeltide olabilir tuzlu su sürün. İlk başlarda belki hafif bir sızlanma olabilir. Bu daha sonraki sürüşlerde ortadan kalkar. Bu tuzlu su cildinizin yeniden canlanmasını sağlar. Tuz deride dezenfeksiyon görevi görür. Diğer taraftan derinin kırışmasını önler. Kırışıklığın gitmesine sebep olur. Bunu nasıl yapar; kurumuş deri hücrelerinin yeniden su almasını sağlar. Bu şekilde hem derinizin hızlı yaşlanmasını önler, hem vücudun savunma mekanizmalarının güçlenmesine yardımcı olur hem de derinizin yenilenmesini sağlamış olursunuz. Tuz kullanımında sadece dikkat edilmesi gereken nokta, yüksek tansiyonu olanların, özellikle içme kürü yaparken göstermeleri gereken hassasiyettir. Yüksek tansiyonu olanların, tuzlu su kürü yaparken, en doğrusu 2, 5 lt suya bir tatlı kaşığı tuzlu su çözeltisi koyarak bunu güne yayarak içmeleri gerekir. Çünkü bu tuzu sadece bir bardağa katıp içerseniz ilk yarım saat içerisinde kısa süreli de olsa tansiyonu önce yükseltebilir yaklaşık yarım saat sonra aşağı çeker.

Kristal tuzu hangi biçimde kullanırsanız kullanın, eğer vücudunuz taşıyamıyorsa, çözelti yoğunluğunu düşürmeniz gerekir. Taki vücudunuz bu yeni değişmeye ayak uyduruncaya kadar. Tuzlu su yoğunluğunu ölçmede en iyi ölçü aracı vücudunuzun kendisidir. Biz denize girerken de denizin yoğunluğunu ölçmüyoruz. Yaramız olduğu zaman sızlıyor. Sızlamaya katlanıp denize girmeyi göze alan sayısız insan vardır. Burada sadece riziko sızlamadır. Diyelim ki açık yaranızın üzerine çok yüksek yoğunlukta tuzlu su sürdünüz, dayanılmaz bir acı verdi, suyla yıkayın hemen geçer. Dolayısıyla bu konuda yapılabilecek herhangi bir hatadan korkmayın. Vücudunuz sizi böyle bir hatayı yapmaktan koruyacaktır. Su ve tuz yaşamın yeşerdiği iki maddedir. Bunları nasıl kullanırsanız kullanın doğal ve temiz olması şartıyla, hiçbir yan etkisi de olmayacaktır. İlaç içerken ki korktuğunuz yan etkilerinden burada düşünmenize bile gerek yoktur. Özellikle hamile kadınlarda baş ağrısı, mide bulantısı büyük bir sorundur. İlaç içseniz çocuğunuz zarar görür, içmezseniz baş ağrısı dayanılmaz bir hal alır. Hamillikte baş ağrılarının ve mide bulantılarının sebebi bebeğin duyduğu su enerji ve mineral ihtiyacıdır. Bebek ana rahminde yaklaşık %1 lik tuz yoğunluğuna sahip bir tuzlu suyun içinde gelişir. Bu su özellikle son dönemlerde her iki üç günde yenilenir. Bebeğin kendiside her gün milyonlarca yeni hücre üreterek büyümek zorundadır. Bütün bunlar için gerekli olan su ve tuzu eğer anne içmez ise bebek bunları anne vücudundan çekerek alır. İşte hamilelikte baş ağrılarına ve mide bulantılarına sebep olan budur. Bol bol su içtikten ve birazda kristal tuz aldıktan sonra hiçbir sorununuz kalmaz. Anında en iyi çözüm hamilelik döneminde tuzlu su kürü uygulamaktır. Ayrıca baş ağrısına bir tuz yastığını bir fırında yaklaşık 60 - 70 derece ısıtın ve başınıza koyun böylece yatarak dinlenin. Aşağıdaki bazı tuz kullanım biçimleri bu konuda sizlere yardımcı olacağına inanıyoruz. Bunlar sadece en çok bilinenlerden bazılarıdır. Burada önemli olan işin mantığını anlamaktır. İşin mantığını kavradıktan sonra, kendinize uygun biçimleri kendinizde geliştirebilirsiniz.

SİNDİRİM VE BOŞALTIM SORUNLARINA KARŞI TUZ KULLANIMI Son olarak da sindirim ve boşaltım sistemi ve su eksikliğinden dolayı ortaya çıkan hastalıkları ve bu hastalıkları ve bu hastalıklara karşı tuzlu su kullanımının nasıl yapıldığını görelim. Herkeste olmasa bile bizim toplumumuzda garip bir anlayış vardır. Sözüm ona şişmanlık zenginliğin bir göstergesi gibi algılanır. Aslında bu oldukça bilinçsiz ve ilkel bir yanılgıdır. Şişman olanların kendileri daha iyi bilirler ki, onların hareket etmeye enerjileri yoktur. Sabah kalkmaya güçleri yoktur. Enerjileri olmadığı için çokça uyurlar. Yemek yemeye doyamazlar. Bunların yanında birçok sağlık sorununu da birlikte taşırlar. Yüksek tansiyon, nefes darlığı, alerji ve astım bunların bazılarıdır. Avrupa da yapılan araştırmalar aşırı kilolarla kanser arasında doğru bir orantı olduğu tespit edilmiştir. Şişmanlığın sadece kanser ile değil, aynı zamanda, nefes darlığıyla, yüksek tansiyonla, alerjiyle ve diğer bir yığın hastalıklarla direk ilişkisi vardır. Şişmanlığın kendisi bir sindirim sistemi bozukluğudur ve aynı zamanda bağışıklık sisteminin bozulmasına ve buna bağlı olarak da er ya da geç bağışıklık sistemlerine bağlı diğer rahatsızlıkların ortaya çıkmasına sebep olur. Amerikan nüfusunun yaklaşık yüzde otuzunun aşırı kilolara sahip oluşu tesadüf değildir. Amerikan yaşam biçimi biraz yakından inceldiğinde, toplumda ”fast - food” dedikleri hazır yiyeceklerin tüketimi aynı oranda toplumu sardığı tespit edilir. Bu yiyeceklerin en büyük eksiği ise insan vücudu için bağışlayacakları hiçbir enerjiye sahip olmayışlarıdır. Birde bunların mikro dalgada ısıtılmaları, yiyeceklerin tamamen enerji değerlerini ortadan kaldırır. Dolayısıyla bu yiyecekleri bir beslenme aracı olarak kullananların hiç doymak bilmedikleri doğrudur. Çünkü bunlar artık birer beslenme aracı değildir. Beynin ihtiyacı verilmeyince o gene açlık sinyalleri verecektir. Ve bu körebe oyunu bir ömür boyu sürer gider. Ancak bu ömür de o kadar uzun boylu olmaz. Bunu arabanızın benzin göstergesine benzetebilirsiniz. Arabanızın benzin göstergesi yanmaya başladığı zaman, bir benzinciye uğramanız ve arabanıza benzin doldurmanız gerekir. Hangi sıvı doldurursanız doldurun, lambanız söner, ancak sadece doğru sıvı doldurduğunuz zaman arabanız yoluna devam edebilir. Yediğimiz yiyeceklerin besin değerleri, örnekten pek de farklı değildir. Yiyeceklerimizi seçerken ve hazırlarken artık daha titiz ve daha bilgece davranmak zorundayız. ”fast food” kültürü sadece Amerikalı nın sorunu olmaktan çoktan çıkmıştır. Her geçen gün bütün toplumları sarmaktadır. Bizim kültürümüzde gelişme aynı yöndedir. Bugün bir lokantaya giderek yemek yediğiniz zaman, yemek yemiş olursunuz ama vücudunuzun ihtiyacının karşılandığını da söylemek oldukça zordur. Birçok araştırma sonucu göstermiştir ki, insan ömrünün süresi de, yediğimiz yiyeceklerin miktarına değil kalitesine, içtiğimiz suyun kalitesine bağlıdır. Bu nedenle sağlığımızın temel kaynağı, yediğimiz yemeklerde yatar. Suyun ve tuzun en önemli besin kaynağı olduğu bilinci henüz toplumumuzda oluşmamıştır. Yoktur çünkü bu bilgi yeni yeni yeşermektedir. Yediğimiz yemeklerle vücudumuz nasıl başa çıkar. Yemek yemeden önce neden su içmek zorundayız. Neden yemek yerken su içmek zorundayız. Su içmediğimiz zaman ne türlü sindirim sorunları ortaya çıkar. Sindirim sorunları ne türlü bağışıklık sorunlarına sebep olur. Sindirim, alınan besinlerin, çeşitli enzimlerin de yardımıyla büyük molekül yapısındaki karbonhidratların, yağların ve proteinlerin daha küçük molekül yapısındaki maddelere dönüştürülme işine denir. Bu maddelerin kendilerini oluşturan yapı taşlarına ayrıştırılmasının sebebi şudur. Birçok madde su ile çözülmez. Su ile çözülemeyen maddeler ince bağırsaktan kana ve lenflere yüklenemezler. Dolayısıyla vücuda alınmadan dışarı atılırlar. Ancak besin maddeleri en küçük temel yapı birimlerine ayrıştırıldığı zaman su içerisinde çözülürler. Demek ki suyun önemi daha biz yemekleri yer yemez başlar. Vücudumuza ne alırsak alalım, hücreye gönderilebilmesi için, önce su ile çözülmesi gerekir. Su ile çözülmeyen, ya da çözülemeyen hiçbir maddenin sindirimi yapılamaz. İlaçları bile yalnızca su ile içişimizin asıl sebebi budur. Yiyeceklerin sindirimine katılan organlar sırasıyla, ağız, mide, onikiparmak bağırsağı, ince bağırsaklar ve kalınbağırsaklardır. Yediğimiz yiyecekler midede kimyasal ve fiziksel olarak parçalanır. Bunu becerebilmek için mide günde 2 ile3 lt arasında salgı üretir. Bu salgı hidroklorik asit içerir. Proteinlerin küçük yapı taşlarına ayrışmasını bu asit sağlar. Mide suyu oldukça asitli bir sıvıdır. Mide suyunun pH değeri 0, 9 ile 1, 5 arasında değişir. Mide suyunun bu yüksek asit değeri, midenin kendi kendisini parçalamaması için, örtü hücreleri, bir çeşit örtü salgısı salgılayarak, bu parçalanmayı önler. Örtü hücreleri bu örtü salgısını yeterince salgılayamadığı zaman, gastrit diye adlandırılan mide iltihaplanmasına sebep olur. Mideye gelen yiyeceklerin mide sıvısıyla parçalanması sonucu hazırlanan bulamaç şeklindeki çözelti onikiparmak ve ince parmaklar tarafından kana ve lenflere yüklenerek vücudun diğer hücrelerine gönderilir. Burada biraz mantıklı düşündüğümüz zaman, yemek yerken neden suya ihtiyaç duyduğumuzu kolaylıkla anlarız. Daha önce dediğimiz gibi, vücuda bağırsaklar aracılığıyla ancak suda çözülebilen maddeler alınabilir. Ve yemekle birlikte ne kadar çok su içilirse, o kadar yiyecek çözülmüş olur. Bu demektir ki, vücuda giren besinlerin miktarını ”kalitesini demiyoruz” yediğimiz yemeğin miktarı değil de, içtiğimiz suyun miktarı belirler. Çünkü suda ancak belirli bir miktar madde çözülebilir, eğer biz çözülen madde miktarını artırmak istiyorsak, doğal olarak, önce çözücü miktarını arttırmamız gerekir. Suyun sindirim sisteminde ikinci önemi ise, yemek artıklarının kalın bağırsaklardan dışarı atılması sırasında ortaya çıkar. Bu bulamaçtaki besinler kana ve lenflere yüklendikten sonra arta kalan su da kalın bağırsaklarda ayrıştırılarak kana geri yüklenir. Sindirim sistemi bozukluklarından olan tıkanma burada başlar. Eğer vücut kronik bir su kıtlığı altında yaşıyorsa, beyin kalınbağırsaktaki her molekül suyu çekip kana yüklemeye çalışır. Bunun için önce kalın bağırsaklar çok çalışmak zorunda kalır. Bunun sonucu tıkanmalar meydana gelir. İşte halk dilinde kabızlığın en büyük sebebi budur ve bolca su içildiği zaman sorun çok kısa sürede kendiliğinden çözülür. Daha sindirimin başlangıcında, sadece yediklerimizi vücuda girebilecek hale getirebilmek için her yemekte mide an az iki lt sıvı üretmek zorunda kalır. Bu miktar yediğimiz yemeklerin niteliğine göre değişir. Midenin bu suyu üretebilmesi için vücudun önce buna sahip olması gerekir. Sindirim oldukça karmaşık bir süreçtir. Önemli olan bir tıp öğrencisi gibi, kimin neyi, ne zaman ne kadar, ürettiğini ya da yaptığı değil, olayın mantıksal sürecini kavramaktır. Biz ancak bunu anladığımız zaman sorunlarımıza çare olabiliriz. Doğasından uzaklaştırılan bütün yemeklerin sindirimi için sindirim organları daha çok çalışmak zorundadır. Bu sadece çok çalışmak değil, aynı zamanda vücudun kendi doğal dengesinin de bozulmasına neden olacaktır. Buda insanda ishal, böbrek ve karaciğer hastalıkları, bağırsak tıkanmaları ve kanser gibi hastalıklara yol açacaktır. Biz sanırız ki kanserojen maddeler hep dışarıdan verilir. Oysa çoğunu yemek pişirirken beceririz.

SAĞLIK SORUNLARINA KARŞI TUZLU SU KULLANIMI Şimdi önce latin dillerinde sole diye adlandırılan, bizim tuzlu su diye bildiğimiz, doymuş tuzlu su çözeltisi nasıl hazırlanır, hangi sağlık sorununa karşı nasıl kullanılır onları görelim. Çünkü bu bölümde vereceğimiz birçok önerinin temelini doymuş tuzlu su çözeltisi oluşturmaktadır. Tuz ve su nasıl ki birlikte canlının vücudunu oluşturur, aynı zamanda insandaki her türlü sağlık sorununu çözmede inanılmaz sonuçlar verir. Daha önceki bölümlerde insan vücudunda ortaya çıkan sağlık sorunlarından birçoğunu, vücuttaki su kıtlığından ya da bütünlüğü bozulmuş insan vücuduna zararlı su ve tuz tüketiminden oluştuğunu söylemiştik. Eğer vücudun eksiği tamamlanırsa hastalık da ortadan sanki hiç olmamış gibi kendiliğinden gider. Eğer su ve tuz kıtlığı vücudunuzda uzun süreden beri büyük bir tahribata yol açmamışsa kısa sürede bu hastalıklar çeker gider. Eğer vücutta tahribat büyükse böyle durumlarda sabırlı bir şekilde ta ki vücut tekrar kendi doğal dengesine kavuşuncaya kadar önerilen doğal tuz ve su tedavisine devam etmeniz gerekir. Önemli olan sadece vücudunuzun o akıl almaz onarım ve yenilenme gücüne güvenmeniz ve inanmanızdır. Şunu unutmamak gerekir ki su ve tuz ile insanın sağlığına geri kavuşması bir ilaç tedavisi gibi değildir. İlaç içtiğiniz zaman ağrı devam ettiği halde ağrıyı duymazsınız. Oysa su ve tuz tedavisinde sorun kökten ortadan kalkacağı için ağrı hemen ortadan kalkmaz. Hatta ağrı insan için sorunun ortadan kalkıp kalkmadığına dair iyi bir işarettir de. İnsan vücudunda canlı olaylarının olabilmesi için çeşitli besin maddelerinin alınması gerekir. Biz buna genel olarak beslenme diyoruz. Beslenme sadece besin maddelerinin vücuda alınmasıyla bitmez ve bunların önce hücreye alınabileceği büyüklüklere kadar parçalanıp suyla çözüldükten sonra kana yüklenmesi gerekir. Biz buna sindirim diyoruz. Geriye kalan vücuda yararsız ya da zararlı maddeler dışarı atılır. Bizde buna boşaltım diyoruz. Kana alınan bu besin maddelerinin vücudun her yerine dağıtılması gerekir. Biz buna dolaşım (kan dolaşımı)diyoruz. Hücreye ulaşan bu besin maddeleri hücrede kullanılması olayına özümseme (metabolizma)diyoruz. Özümseme sonucu ortaya çıkan yan ürünlerinki bunların çoğu vücut için zararlıdır ve dışarı atılması gerekir. Buda bağışıklık sistemi tarafından gerçekleştirilir. Şimdi insan vücudundaki bu sistemlerin küçük bir özetiyle bunların su ve tuz ile nasıl bir ilişkide olduğunu görelim. Suyun vücutta eksilmesi bu sistemleri nasıl etkilediğine bakalım. O zaman insan sağlığının ne zaman ve neden bozulduğunu daha iyi kavramış oluruz. Sindirim sistemi: Daha yiyecekler ağıza alınır alınmaz vücut tükürük salgılayabilmek için suya ihtiyaç duyar. Midede bütün yiyecekler suyla çözülmek zorundadır. Ancak suyla çözülebilen maddeler ince bağırsaklarda kana yüklenir. Bunun için mide her yemekte yaklaşık 2 lt sıvı üretmek zorundadır. Su yetmezliği önce mide yanmaları sindirim bozukluklarıyla kendini belli eder. Boşaltım sistemi: Vücutta su eksik olduğu zaman kalın bağırsaklar daha çok çalışarak hiçbir damlanın dışarı çıkmasına izin vermez. Vücutta yeterli su alınmadığı zaman boşaltım bozuklukları ve tıkanmalar(kabızlık)ortaya çıkar. Özellikle refah toplumlarında kadınlarda göğüs erkeklerde prostat kanserinden sonra en çok rastlanan kanser kalın bağırsak kanseridir. En büyük sebebi insanların kurumalarından dolayı sindirim siteminin zora düşmesidir. Dolaşım sistemi: Kanın %94 ünü su oluşturur. Bu genellikle çoğunluğun bildiği bir konudur bilinmeyenin ise vücutta kronik bir su kıtlığında kan suyunun yaklaşık % 8 i alınarak diğer organlara dağıtılır. Bu durumda kan hele ki yemekten sonra gittikçe akışkanlığını kaybederek yüksek tansiyona sebep olur. Tansiyonun yükselmesi yani kan dolaşımının yavaşlaması vücudun oksijen ve besin maddesi ihtiyacının oldukça düşük düzeyde karşılanmasına sebep olur. Buda diğer bütün organlarda fonksiyonel bozukluklara yol açar. Bağışıklık sistemi: Dilimizde bağışıklık sistemiyle birçok biyolojik olayı bir kavramla açıklanmaktadır. Oysa bağışıklık sitemi içerisinde vücudun savunma sistemi besin maddelerinin hücrede özümsenmesi özümleme sonucu ortaya çıkan yan ürünlerin vücuttan dışarı atılması ve vücudun onarım sistemi birlikte anlatılmak istenir. Bağışıklık sistemi tamamen suya bağlıdır. Çünkü bütün bu olaylar ya su ile ya da su içinde olur. Kronik bir su kıtlığı durumunda bağışıklık sistemi çöker. Salgın hastalıklara karşı vücut savunmasız kalır. İnsan sık sık grip gibi hastalıklara yakalanır. Vücudun onarım sistemi çöker. Bu durumda hücrede meydana gelen genetik bozulma onarılamaz ve kanser oluşmasına yol açar. Özümseme sonucu ortaya çıkan yan ürünler su kıtlığından dolayı dışarı atılamayınca vücut bunları deri yoluyla atmaya çalışır ve bu durumda çeşitli deri hastalıkları ortaya çıkar, ya da kemikler üzerine yayar böylelikle çeşitli eklem ve kemik hastalıkları oluşur. Görüldüğü gibi vücudun bütün sistemleri suyla çalışır. Vücutta suyun görevlerini yerine getirebilmesi için tuza ihtiyaç vardır. Bu nedenle su kıtlığından dolayı ortaya çıkan hastalıkları iyileştirmek için her şeyden önce vücudun sistemli bir şekilde yeniden suya ve doğal tuza kavuşturulması gerekir. İşte bu bölümde az ya da çok bozulan sağlığımızı su ve tuz ile yeniden kazanacağımızın yollarını ve bunun için gerekli su ve tuz kulanım biçimlerini anlatacağız. Bana sorarsanız lokman hekimin her derde deva diye bulduğu ilaç tuzlu sudur. Evet tuzlu su her derde devadır. Yalnız doğru oranlarda doğru zamanlarda kullanmak gerekir. Soğuk algınlığında tuzlu su kullanımı: Her ne kadar adına soğuk algınlığı dense de hastalığın sebebi soğuğun kendisi değildir. Hastalığa sebep olan çeşitli virüslerdir. Hatta bazı bakteriler bile soğuk algınlığına sebep olurlar. Soğuk algınlığı halk dilinde grip ya da nezle gibi birçok kavramla anlatılmaktadır. Bu virüsün türüne ve yerleştiği yere göre verilen addır aslında. İnsanın aklına şu soru geliyor; neden özellikle soğuk kış aylarında insan hasta olmaktadır? Bunun sebebi oldukça basittir. Birinci sebebi, vücut kendi ısısını koruyabilmek için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyar. Enerji üretiminin çoğu vücut ısısını dengede tutabilmek için harcanır. Dolayısıyla vücudun diğer işleri için gerekli enerji miktarı azalır. Bir diğer sebep ise şudur; Vücutta birçok iş termodinamik yasalara göre çalışmaktadır. Örneğin yiyecekler hücre dışı sıvı içerisinde difüzyon yoluyla vücutta yayılırlar. Difüzyonda taneciklerin yayılma hızı sıvının ısısına göre değişir. Soğukta taneciklerin hareket enerjileri azaldığı için yayılma hızı da azalır. Bu olay aynı zamanda enzimlerin çalışmalarını da aynı biçimde olumsuz etkiler. Dolayısıyla enzimler soğuk havalarda efektif çalışamazlar. Bu da virüslerin etkinliğini artırır. Soğuk algınlığı sırasında vücut değişen çevre koşullarına uyum sağlamak için çaba gösterir. Bu nedenle vücudunuza kulak verip, savunma sistemlerini baskı altına almak yerine hastalığı doğal yollarla iyileştirme ye çalışmamız gerekir. Hastalığa sebep olan virüsler burnun salgı dokusuna yerleşerek, orada çoğalmaya başlarlar. Vücut acil olarak ona karşı savunma mekanizmalarını geliştirerek virüsü yok etmeye ve çoğalmasını engellemeye çalışır. Eğer vücudun bağışıklık sistemi bunu başaramaz ise, hastalık önce burun etrafında kırmızılaşmayla kendini belli eder. Virüsün vücuda girmesiyle, hastalığın kendini gösterme arasında bir ile üç gün geçebilir. Artık hastalık sadece nezle ile kalmaz, kişiye ve organa göre değişik şiddetlerde baş ağrısı, eklem ağrıları, boğaz ağrısı, öksürme, ses kısılmaları, konsantrasyon zayıflığı, ateş, kendini bitkin hissetme, üşüme gibi belirtilerle devam eder. Üç ile beş gün arasında değişen soğuk algınlığı, bazen haftaları bile bulur. En çok da kışın sıklaşan soğuk algınlığına karşı kristal tuz en doğal ve en etkili bir araçtır. Hastalığın ilerleyiş biçimine göre tuz kullanımı da değişir. Eğer hastada ateş yoksa tuzlu su banyosu iyi gelirken, hastalık ateşli bir seyir izlediği zaman banyo yerine tuzlu su gömleği daha iyidir.

SOĞUK ALGINLIĞINDA HİMALAYA TUZU KULLANIMI:

1. Her sağlık sorununda olduğu gibi, soğuk algınlığında tuzlu su kürünü uygulamak gerekir. Tuzlu su kürü insan sağlığının en temel ihtiyacıdır.

2. Eğer ateşiniz yoksa ya da çok az ise, en az % 1 lik yoğunlukta tuzlu su banyosu yapın. (100 lt suya

OSMANAĞA MAH.

alışveriş, diğer her şey, diğer

  


Hatalı ilan Bu ilan hatalı mı ?
İller

KATEGORİLER

İnternetteki tüm ilanlar, tek sitede... www.ilanyeri.com



Ana sayfa |  İlan ver |  Yardım |  İletişim